Aile buluşmaları zordur ama travma geçirmiş bir Alman askeri olduğunuzda, aileniz öldüğünde ve yeniden bir araya gelme süreci bozuk zihninizde gerçekleştiğinde daha da zordur. Layers of Fear serisinin ayak izlerini biraz fazla yakından takip eden, anlatı odaklı bir korku oyunu olan Hekate ve Nacon ekiplerinden Ad Infinitum oyununun arkasındaki fikir budur. Oyun, ürkütücü ortamını güzelleştiriyor ve bazı iddialı fikirleri var ama kesinlikle hissetmenizi istediği duygulardan kopuk, sığ bir hikaye her şeyi geride bırakıyor. Oyundan zevk almak zorlaşıyor.
Hekate, belli ki Layers of Fear serisini oynadılar ve çok beğendiler; Ad Infinitum oyununun kabaca yarısı temelde bu serideki mekaniklerden oluşuyor. Tüm bunları savaş sonrası döneminde olan Almanya’da görüyoruz. Parçalanmış bir ailenin acı çeken oğlu Paul von Schmidt’i, Almanya’nın yarım on yıl boyunca zayıflatıcı bir savaşa saplanmış halde geçirmesinden önce de yeterince sorunları olan bir kişi olarak oynuyorsunuz. Zamanını aile evi ya da onun yalnızca zihninde var olan çarpık bir versiyonu ve geçmişinin gerçek hayaletleriyle yüzleştiği yanan, kraterlerle dolu siperler hakkında gevezelik ederek geçiriyor.
Evlerde geçirdiğiniz zamanın çoğu koridorlarda gezinmek, basit bulmacaları çözmek ve çarpık malikanenin etrafına dağılmış düzinelerce nesne ve mektup aracılığıyla Paul’un geçmişini öğrenmekle geçiyor. Bu karışık bir kurulum. Fiziksel ortam, orijinal Layers of Fear oyununun Disney tarzı perili evinden ve hatta devam oyununun rahatsız edici gemisinden çok daha etkili çalışıyor. Buna rağmen Ad Infinitum hala bir yürüme simülatörü. Ancak ev tahmin edilemeyecek şekilde değişiyor ve içeride kısa bir süre sonra tüm yer duygunuzu kaybediyorsunuz.
Ad Infinitum yapıtının korku faktörünü de artırmasına yardımcı oluyor ama “sürünme faktörü” daha uygun olabilir bunun için. Layers of Fear, size kırmızı gözlü bir portre gösteriyor ve omurganızdan aşağı doğru bir ürperti hissedeceğinizi umuyor. Bu oyun ise sizi ürkütücü seslerin, değişen gölgelerin ve muhtemelen köşede sizi bekleyen bir şeyin gizlendiği bilgisinin olduğu karanlık, zengin bir şekilde tasarlanmış bir odanın enkazına yerleştiriyor.
Ad Infinitum, yanlış yere vurgu yapıyor
Ad Infinitum oyununun Paul’ün parçalanmış zihninin fiziksel tezahürleri hoş bir şekilde grotesk ve rahatsız edici. Hekate, şaşırtıcı derecede çeşitli görünümlerden bazılarının çıkardığı korkunç seslere ve hatta bir yaratık sizi kovalamaya başladığında çalan müziğe kadar tasarımlarının her parçasını kusursuz bir şekilde aktarıyor size. Yalnız, ölümün her fırsatta sizi beklediği bir oyunda başarısızlık durumuna düşmek, düşündüğünüzden daha zor. Yine de her karşılaşma gerilimi yüksek tutacak kadar rahatsız edici ve geliştirici ekibin gizlilik ve korku unsuruna daha fazla eğilmesini diliyorum; bence bu oyunun açık ara en güçlü noktası.
Bunun yerine Ad Infinitum yapıtının en zayıf ve en sinir bozucu bileşeni olan hikayeyi vurguluyor her şey. Hükümetle yakın bağları olan bir Alman aileyi konu alan Birinci Dünya Savaşı sonrası hikayesine göre, savaş sonrası, Alman toplumu ve siyaseti ya da Ad Infinitum içerisinde pek fazla hikaye yok. Paul’un sorunları, 1910’ların sonunda herhangi bir ailede ve birçok modern ailede bulabileceğiniz aynı türden sorunlardan kaynaklanıyor. Hoşgörüsüzlük, bencillik, yanlış yönlendirilmiş bağlılıklar ve takıntı sınırındaki vatansever bağlılık, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir aile olması gereken şeyi sefil bir acı ve travma kovanına dönüştürüyor.
Güçlü bir kurguya sahip ama Ad Infinitum oyununun kaynak malzemeyle pek bir alakası yok. Oyun, neredeyse her önemli açıklamanın veya karakter gelişiminin yarım düzine nota ve birkaç anı üzerinden ortaya çıktığı Layers of Fear yapıtının formatına bu kadar yakın kalarak sizi gerçek duygudan çok uzaklaştırıyor.
Sorun şu ki, oyunun bu konularda ne hissetmemi istediğini zaten bilmiyorum. Elbette, aile reisinin yavaş yavaş benlik duygusunu kaybettiğini ve akrabalarıyla bağlarını kopardığını öğrenmek üzücü, ancak onu tanımıyorum, Paul’u çok az tanıyorum ve bunların herhangi birine bağlı olduğumu hissetmek için çok az nedenim var.
Çok önemli imkanlar kullanılmıyor
Paul, evde vakit geçirdikten sonra, annesi ve erkek kardeşiyle yaşananlar da dahil olmak üzere, belirli bir sorunu bir nevi kapatmayı amaçlayan bir dizi sahnede kendini siperlerde buluyor. Bunlar birkaç farklı – genellikle nahoş – şekilde ortaya çıkabilir ama trajik bir senaryoya işaret ederek “Çok üzücü değil mi?” demek, duygusal olarak zorlayıcı ve hatta rahatlatıcı bir durum yaratmak için yeterli değildir. Daha tutarlı bir hikaye anlatımı ve Paul ile ona musallat olan insanlar arasında daha güçlü bir bağ, daha derin bir hikaye yaratmaya yönelik uzun bir yol kat edebilirdi.
Hekate ekibinin bu ortamı daha yaratıcı şekillerde kullanma fırsatını kaçırdığını düşünmeden edemiyorum. Birinci Dünya Savaşı çoğu medyada, özellikle de video oyunlarında yeterince kullanılmayan bir dönem bence. Almanya’nın bu konudaki hali daha da nadir bir şekilde ele alınıyor ve sonrasında yaşananların araştırılması ondan daha da nadir.
Weimar Cumhuriyeti’ne yol açan ve toprak sahibi Junker’in eski bir üyesi olarak Jacob’un kimlik krizine kesinlikle katkıda bulunmuş olan siyasi çalkantı filan var ama bunların hiçbiri Ad Infinitum oyununun anlatmaya çalıştığı hikayeyi etkilemiyor. Aslında sadece vitrin dekorasyonu görevi görüyor ve bu da oyunda size sunulan deneyimi oldukça aşağıya çekiyor.
Daha tutarlı bir hikaye ve ortamın kendinden emin bir şekilde kullanılması, Ad Infinitum oyununun tüm potansiyelini ortaya çıkarmasına yardımcı olabilirdi. Harap olmuş malikane, kabus gibi siperler ve korkunç yaratıklar ona hala anlatı eksikliklerini telafi etmeye yönelik benzersiz bir kimlik kazandırıyor. Ancak, umarım Hekate ve Ad Infinitum için “bir dahaki sefere” bir fırsat olur ve her ikisinin de güçlü yanlarını ortaya çıkarma şansı olur. Oyunun şu anki hali vasat.