Avatar: Frontiers of Pandora, benim aslında pek de beklemediğim bir video oyunu idi ama bir diğer yandan da farkındayım ki bu oyun birçok yönden büyük mavi halk ve canlı yabancı dünyaların hayranları için oldukça önemli. Aynı benim Hogwarts Legacy oyununu önemli bulduğum gibi… Yine de bu oyun, dümende Ubisoft ve Massive Entertainment varken, karşılaştırma yaptığım diğer oyun gibi kendi ayakları üzerinde durmak için yeterince şey yapıyor mu? Yoksa filmin en büyük hitleri arasında güzel bir turdan başka bir şey değil mi?
Avatar: Frontiers of Pandora aslında PlayStation 5 platformunda bulunan en büyüleyici açık dünyalardan biriyle benim aklımda yer etti. Sinema severlerin James Cameron’ın mega hit serisinin dünyasına duydukları coşku göz önüne alındığında, bunu yazmak kolay ama geliştirici ekibin bu oyunda yanlış yapabileceği çok şey vardı. Neyse ki Massive Entertainment, James Cameron’ın film şirketi olan Lightstorm ile birlikte çalışarak oyunun dünyasının sadece Pandora gibi görünmesini ve hissettirmesini değil, Pandora olmasını sağladı.
Gördüğünüz, dokunduğunuz, duyduğunuz ve keşfettiğiniz her şey Avatar evreni için kanonik. Yani, ana filmlerde olduğu gibi ayrıntılara aynı düzeyde dikkat ve özen gösteriliyor. Bunun sonucunda Ubisoft ekibinin bugüne kadarki en iyi açık dünyalarından biri ortaya çıkıyor – yaşayan, nefes alan ve keşfetmesi büyük bir zevk olan bir ortam sunuluyor. Bu dünyanın içinde anlatılan hikayede ise RDA tarafından kaçırılan ve yetiştirilen genç bir Na’Vi çocuğu olarak, hayatınızı gri ve çelik duvarlar arasında esaret altında geçirmiş oluyorsunuz.
Avatar evreninin ilk filminde yaşanan olaylar nedeniyle kriyo-uykuya alınıyorsunuz ve 15 yıl boyunca uykunuzda bırakılıyorsunuz. Avatar: Suyun Yolu filmindeki olaylarla aynı zamanda uyandırılarak evrende yeni bir bölge olan Batı Sınırı’nda serbest bırakılıyorsunuz. Bu, kendi karakterinizin halkının yöntemleriyle yeniden bağlantı kurduğunu gören oyunun hikayesinin temelini oluşturuyor. Başlangıçtan itibaren göreviniz, dünyanın kaynaklarını yağmalayan RDA tarafına karşı savaşmak. Daha sonra klasik Ubisoft deneyimi başlayacak.
Avatar: Frontiers of Pandora, güzel bir keşif hissi sunuyor
Avatar: Frontiers of Pandora içerisinde üç bölgeyi keşfedecek, her biri insanlardan kendi yöntemleriyle etkilenen farklı kabilelerle temasa geçeceksiniz. Bu durum, temelde gayet iyi. Özellikle de Zeswa veya Kame’Tire gibi bir klanın yöntemlerini derinlemesine araştırdıkça, direnişin hikayesinde yüksek bir sevgi ve özen duygusu var ama büyük hikaye anları söz konusu olduğunda, işler birazcık kötüye gidiyor. Oyunun gerçek değeri kesinlikle serbest dolaşım deneyiminizde yatıyor. Oyunun konsollarda şahane görünmesi de bu deneyimi iyileştiriyor.
Kinglor Ormanı’nın derinliklerini keşfederken veya Direhorse’umuzu Yukarı Ovalar’da sürerken görsellikten etkilenmemek mümkün değil. Detay seviyesi ve yeşilliklerin yoğunluğu tam bir mucize ve en büyük performans sorunumuz bile sadece hafif bir pop-in. Bu dünyanın büyüsü sadece teknik becerilerinden kaynaklanmıyor. Heyecan verici bir aksiyon deneyimi olarak satılsa da Avatar: Frontiers of Pandora daha çok hasat ve avlanmaya odaklanıyor. Yay savaşı hala inanılmaz derecede eğlenceli ve küçük bir insanı tekmeleyip, uçmalarını izlemek hep eğlendiriyor.
Düşmanlarda biraz daha çeşitlilik olmasını isterdim ama orta zorlukta bile savaş her zaman iyi bir zorluk sundu. Bununla birlikte, hasat ve avlanmaya geri dönelim. Ana görevler ve yan içerikler seviye atlamalı ama sadece oyunu ve içeriğini oynamak size XP veya seviye yükseltici kazandırmaz. Bunun yerine, seviyeniz tamamen taşıdığınız silahlar ve teçhizat tarafından belirlenir. Yani, ne kuşandığınıza bağlı olarak yükselip, alçalabilir. Seyahatlerinizde bazı teçhizatlar bulacak ve karakterler tarafından adil bir pay alacaksınız, ancak çoğu zaman kendinizi donatmak size kalmış.
İşte bu noktada oyunun zanaatkarlık sistemi devreye giriyor. Aksiyon ve rol yapma oyunlarında işçilik sistemlerini pek sevmiyorum ama burada kendisi deneyim için çok önemli. Göğüs zırhından, ağır yaylara kadar her teçhizat parçası iki malzeme gerektiriyor. Yeterince basit görünüyor ama oyunda ilerledikçe bu malzemelerin kalitesi daha önemli hale geliyor. Oyun içi avlanma rehberi size genel bir alan ve o malzemenin daha nadir versiyonunu bulmak için gereken koşulları sağlıyor ama daha sonra dışarı çıkıp, onu gerçekten bulmak size kalmıştır.
Oyundaki sunum elementlerini ve detaycılığı ayrıca tebrik etmek lazım
Avatar: Frontiers of Pandora ile sunulan bahsettiğim deneyimi daha da ilginç kılan şey, Ubisoft ekibinin açık dünyaları için tipik olarak sahip olduğu kontrol listesi yaklaşımını nasıl geliştirdiğidir. Harita ele geçirmeniz için çeşitli kamplar ve karakollarla dolu olsa da – Far Cry gibi – bunları yenmek sadece %100 tamamlamaya bir adım daha yaklaşmak anlamına gelmiyor. Karakollar çevredeki alanın kaynaklarını emer ve üs ne kadar büyükse, etkilenen alan da o kadar büyük olur. Bu alanlar tüm renklerinden arındırılır, ancak daha da önemlisi, o alandaki tüm flora, fauna ve vahşi yaşamı mahveder ve bozar. Dolayısıyla, bu karakolları tamamlayarak dünyanın bir dilimini geri almış ve o bölgeye özgü nadir malzemeleri avlama ve hasat etme potansiyelini yeniden açmış olursunuz.
Bu, oyuncuları haritayı temizlemeye teşvik etmek için gerçekten akıllıca bir yol; bazen süper değerli koleksiyonlar, yakındaki bir üssü temizlemediğiniz sürece dokunulmaz oluyor. Bir bölgeye renklerin geri döndüğünü görmek ve doğanın sert çelik üsleri geri kazanmasını izlemek harika. Tecrübe puanına odaklanılmaması, oyun deneyiminin gerçekten canlandırıcı bir yönü. Hala bir dizi beceri ağacı var ve görevlerin tamamlanmasında beceri puanları kazanılsa da bunları öncelikle Tarsyu Sapling’i bularak kazanacaksınız ve yine keşifle besleneceksiniz. Bu yaklaşımla ilgili tek sorun, her zaman bariz bir ödül olmadığı için bazı yan faaliyetlerin biraz vasat hissettirmesiydi.
Oyunda ayrıca kullanıcı arayüzünü en aza indiren, görev konumlarını kaldıran ve yolunuzu bulmak için alan tanımlayıcılarına ve haritaya odaklanmaya zorlayan bir keşif ayarı var. Zaman zaman nereye gideceğimizi bilmek oldukça zor olabileceğinden, oyun sırasında bu ve yardımcı mod arasında gittim, geldim. Bununla birlikte, oyunun sürükleyici niteliklerini büyük ölçüde artırabileceği için bu seçeneğin olmasını takdir ediyorum. Sürükleyici niteliklerden bahsetmişken, bu oyun Avatar hayranları için nasıl bir deneyim sunuyor? Ayrıntı seviyesi kesinlikle rakipsiz, bu nedenle filmlerden bitkiler, yaratıklar ve hatta araçlar görmek mümkün. Ayrıca müzikler, filmin orijinal müziğinin hissini mükemmel bir şekilde yakalıyor. Tam olarak tutturamadığı ya da filmden sevdiğiniz parçaların alternatif bir versiyonu gibi geldiği zamanlar oluyor.
Son olarak, DualSense için verilen destekten de bahsetmeliyim. İster bir saldırı tüfeğiyle düşmanları tarıyor olun, ister ağır yayınızla bir atışı hizalıyor olun, haptiklerdeki ve uyarlanabilir tetiklerdeki ayrıntılar birinci parti oyunlarının seviyesinde Avatar: Frontiers of Pandora, mükemmel bir açık dünya macerası. Geliştirici ekibin Lightstorm ile yaptığı işbirliği sayesinde bu, deneyimlediğimiz en iyi film oyunlarından biri olabilir. Detay seviyesi rakipsiz ve serinin hayranları, ana filmlere yapılan küçük referansları fark etmekte zorlanmayacaklar. Ayrıca, bu markanın hayranı olmasanız veya filmleri izlememiş olsanız bile iyi vakit geçireceğinizi söyleyebilirim. Oyun kesinlikle Ubisoft şirketinin klasik formülünü kullanıyor ama hasat ve avlanmaya odaklanma, sürükleyici ve davetkar bir ortam yaratmak için bu açık dünya tasarımını yükseltiyor.