İnteraktif eğlence türünden oldukça hoşlanırım. Bu yüzden Detroit: Become Human isimli video oyununu merakla beklediğimi tahmin etmek pek de zor olmamalı. Zaten halihazırda bu oyunu geliştirmiş olan Quantic Dream ekibinin önceki video oyunlarını da oynamıştım. Şimdi ise elimde Detroit: Become Human var. Ne bekliyoruz? Hemen oyunu incelemeye başlayalım!

Detroit: Become Human

Oyunla birlikte gelen 3 tema da birbirinden güzel.

Bu hostes hanım hep bizimle kalacak mı?

Oyuna adım atmadan önce bizleri Chloe isimli bir hostes karşılıyor ana menüde. Bu hanım kızımız, oyunun evrenine göre CyberLife tarafından üretilmiş ve belli başlı testleri geçmiş ilk android. Tabii burada önemli olan şey bu değil. Önemli olan, ana menüye gelmeden önceki ayarların ve ana menünün kendisinin direkt olarak bu hostes üzerinden tasarlanmış olması. Chloe, ilk defa oyunu açtığımız zaman, bizimle birlikte oyunun ayarlarını yapıyor ve daha sonra oyuna girip, çıktığımız zaman bizleri karşılıyor veya yolcu ediyor.

Tabii Chloe öyle statik, “Hoş geldiniz!” diyen bir tip değil. Oyunun içerisindeki androidler gibi gerçekçi ve etkileyici. Ayrıca Chloe zaman zaman bizlerle iletişime de geçiyor. Bazı sorular soruyor hatta bir noktada 10 soruluk bir anket bile yapıyor. Bu androidin ana menüdeki hareketleri, konuşmaları, ses tonu, bakışları ve çok daha fazlası biz oyunu oynadıkça değişiyor. Çünkü Chloe de bizleri izliyor oyunu oynarken ve androidlerin gelişiminden etkileniyor. Tabii ki bu hostes ile tam olarak neler olduğunu söylemeyeceğim ama Quantic Dream ekibi, ana menüde böyle bir şey yaparak birçok video oyunundan daha yaratıcı bir yol izlemiş oldu ve beni etkiledi.

Ana menülerde veya genel olarak oyun içerisindeki menülerde beni etkileyen bir başka şey ise kullanıcı arayüzü oldu. Bunu aslında Detroit: Become Human için yazdığım ön inceleme yazısında da söylemiştim ama tekrarlamam gerekiyor. Oyunun genel olarak menü tasarımı ve kullanıcı arayüzü tasarımı da gerçekten çok hoş. Yani, geliştirici ekibin geliştirmiş olduğu Detroit’e, o geleceğe kesinlikle uyuyor.

Detroit: Become Human

Sizin adınız Chloe miydi? Bayağı bir kopyanız var da.

Ben bu sahneyi bir yerden hatırlıyorum

Oyunumuz çok tanıdık bir sahne ile başlıyor. Bu sahneyi hatırlıyoruz çünkü oyunun demo sürümünde sayısız kez oynamıştık. Evet, oyunumuz o klasik rehine sahnesi ile başlıyor ve ardından su gibi akıyor. Evet, oyun gerçekten akıyor. Ben genelde bu tip oyunlarını tek oturuşta veya birkaç günde bitirmeyi seven bir insan değilimdir. Şöyle birkaç haftaya oyunu yaymayı severim ama bu oyun öyle güzel ilerliyor ki, oyundan çıkamıyorsunuz. Oyunun bu yönü de kesinlikle taktir edilesi bir şey.

Tabii oyun su gibi akarken, özellikle ilk bölümde demodan beri geliştirilmiş olan şeyler de dikkatimi çekiyor. Zaten oyunun demo sürümü ile final sürümünün aynı olmasını beklemiyorduk ama oyunun genelindeki efektler ve karakter üzerindeki önemli detaylar, final sürümde çok daha hoş görünüyor. Hatta demo sürümünde olmayan bazı efektler ve detaylar, oyunun final sürümünde benim dikkatimi çekti.

Tabii oyunun demo sürümünü oynadığım zaman yazdığım ön inceleme yazısında, oyunun kamera açısından ve kontrollerinden de bahsetmiştim. Oyunda kullanılan kamera açılarını beğenmiştim ve oyunun bu sürümünde, kamera açılarına daha da hayran oldum. Çünkü oyundaki 3 farklı karakter için de 3 farklı çekim yöntemi kullanılıyor. Mesela Kara, sanki gerçek bir insan tarafından takip ediliyormuş gibi çekiliyor. Connor daha mekanik bir çekime sahip ve Markus da aksiyon kamerasına sahip gibi. Kontroller ise oyunun demo sürümünden beri geliştirilmiş ve ben sadece kamera açıları değiştiği zaman kontrolü ele almayı zor buldum. Zaten bu problem, geliştirici ekibin tüm oyunlarında bulunuyor.

Detroit: Become Human

Şu manzaraya ne diyebiliriz ki?

Bu Detroit bir harika 

Detroit: Become Human, adından da anlayabileceğiniz gibi Amerika Birleşik Devletleri içerisindeki Detroit’de geçiyor. Oyun, 2030 ile 2040 yılları arasında ve geliştirici ekip gerçekten güzel bir şekilde tasarlamış geleceğin Detroit şehrini. Yani, oyunu genel olarak oynarken hiç yabancılık çekmiyorsunuz, sanki yarını yaşıyormuş, yarını görüyormuş gibi oluyorsunuz ki bu durum, oyunun hikayesi adına çok önemli.

Oyun, bizlere hikayeyi öyle bir şekilde sunuyor ki, çevre bize o kadar yakın ki, sanki bundan birkaç yıl sonrasında gerçek hayattaki insanlığın başına gelecek şeyleri izliyormuş gibi oluyoruz. Oyun sanki gerçek bir hikaye anlatıyor ki, böyle bir video oyununda, böyle bir şeyi oyunculara hissettirmek bence oldukça zor.

Tabii tüm bu dediklerime oyunun yaşayan dünyası da büyük bir katkı sağlıyor. Buradaki yaşayan dünyadan kasıt, etrafta yürüyen ve başka şeylerle iletişime geçen yapay zekalar değil. Tabii ki onların da katkısı var ama oyundaki bazı ögeler sayesinde Detroit’in dışındaki dünya hakkında da bilgi sahibi olabiliyorsunuz ve oyun ilerledikçe, o şahit olduğunuz şeyler de gelişiyor ve oyundaki dünyanın da yaşadığını hissediyorsunuz. Yani, dünya sadece Kara, Connor ve Markus karakterlerinin etrafında dönmüyor.

Detroit: Become Human

Seni tanıyoruz sevgili Kara.

Detroit: Become Human, kusursuz bir video oyunu olmaya çok yakın

Bu tip video oyunlarında önemli olan şey aslında senaryodur. Çünkü sizin kontrolünüzde olan şey senaryo. Quantic Dream ekibi de bana soracak olursanız, bu konuda güzel bir iş çıkartmış. Yani, oyunun senaryosu en temelinde bir ırkçılık konusu ama karakterler üzerinden anlatılan bireysel hikayeler de çok hoş. Açıkçası, ben oyunu ilk açtığım zaman ırkçılık hikayesinin sıkıcı olabileceğini düşünmüştüm ama yanıldım. Demiştim zaten, oyun ve hikayesi gerçekten su gibi akıyor.

Bu hikayede önemli olan şeylerden birkaçı ise tabii ki bizlerin yaptığı seçimler. Günümüzdeki birçok video oyunu, “Seçimler ile final değişebilir.” şeklinde pazarlıyor oyunlarını ama oyunu oynadığınızda aslında bunların bir yalan olduğunu görüyorsunuz. Fakat bu oyunda durum kesinlikle öyle değil. Öncelikle, bölümlerde verdiğiniz kararlar ve attığınız adımlar, bölümleri bağımsız olarak etkileyebiliyor. Ardından önümüzdeki bölümleri ve ondan sonraki sayısız bölümü etkileyip, en sonda da finale bir etki bırakıyor. Hatta ekip, bunu kanıtlayabilmek için her bölüm sonunda sizin seçtiğiniz yolu ve kaçırdığınız tüm diğer yolları size gösteriyor.

Oyunun bu ırkçılık hikayesinde seçimleriniz önemli ve bu seçimler çoğu zaman ilişkilerinizi etkiliyor. Mesela Kara, Alice ile arkadaş ve aile olabiliyor ama siz farklı seçimler yaparsanız, bu ilişki çok daha farklı bir şekilde ilerliyor ve bu da hikayeyi derinden etkiliyor. Ayrıca oyunda sadece insan ilişkileri değil, kamuoyu ilişkisi de bulunuyor. Bunun hakkında çok fazla detay vermeyeceğim çünkü bu oyunun hikayesi adına önemli bir şey.

Detroit: Become Human

Bu gördüğünüz şema, sadece ortalama altı uzunluktaki bir şema.

Hikaye hakkında konuşmaya devam edelim

Detroit: Become Human, yukarıda bahsetmiş olduğum konulardan ötürü güçlü bir video oyunu olabiliyor. Oyunu güçlü yapan bir başka öge ise seslendirmeler. Yani, oyundaki seslendirme performansları, benim son zamanda duyduğum en iyi performanslardan. Bu performanslar, oyundaki kusursuz animasyonlar ile birleşiyor ve size inanılmaz bir deneyim yaşatabiliyor.

Tabii her güzel video oyununda, bir de kusurlu yan bulunuyor. Demiştim, seçimleriniz oyunu etkileyebiliyor diye. Aslında oyunu çok dikkatli oynarsanız; neyin, nerede, nasıl etki ettiğini anlayabiliyorsunuz çünkü karakter animasyonları ve seslendirilen diyaloglar bazen çok sert geçişler yapıyor. Bunları fark ettiğiniz zaman da, “Ha, anladım. Herhalde bu diyalog önceki seçimlerime göre daha farklı olabilirdi.” diyorsunuz. Bu genel olarak beni rahatsız eden bir eksi nokta değildi. Zaten oyunda bir noktadan sonra akışa odaklandığınız için birçok şeyi de fark edemeyebiliyorsunuz.

Benim için bir problem olmadı ama eğer bu oyun İngilizce olduğu için uzak duruyorsanız, Türkçe dil desteği de bulunuyor. Tabii bu destek sadece metin tarafında, dublaj yok ki bence olmasın zaten. Oyunları orijinal seslendirmeleri ile oynamak, hikayeye çok büyük etki ediyor. Metin desteği hakkında da şunu söylemek istiyorum: Sony tarafından gelen Türkçe metin destekli video oyunlarıdaki çeviriler beni rahatsız ediyordu. Fakat bu rahatsızlığı, Detroit: Become Human içerisinde yaşamadım. Yani, çok uzun zamandır sevemediğim o metin desteği, bu oyunda çok başarılı olmuş. Çeviriyi yapan ekibi tebrik ediyorum.

Detroit: Become Human

Müziği kim sevmez ki?

Connor, Kara ve Markus

Bildiğiniz üzere oyunda 3 farklı karakteri kontrol ediyoruz. Genelde bu karakterleri tek tek kontrol ediyoruz ama bazı bölümlerde karakterlerimizden bazıları, diğer ana karakterlerimiz ile karşılaşabiliyor ve bu durumda bazen tüm karakterleri kontrol edebiliyoruz ki bu çok güzel bir his. Genel olarak karakterlerin hepsini de sevdiğimi söyleyebilirim sanırım. Kara zaten 2013 senesinden beri sevdiğim bir karakter idi. Kendisini o teknoloji demosundan çıkmış halde görmek, kendi hayatını yaşamaya çalıştığını görmek gerçekten güzeldi.

Connor ve Markus karakterleri hakkında da aslında çok küçük ön yargılarım vardı. Mesela Connor karakterinin olduğu bölümlerin çok soğuk geçeceğini, sürekli araştırmalar yapacağımı düşünmüştüm ama Connor benim çok sevdiğim karakterlerden bir tanesi oldu. Çünkü bahsettiğim ön yargıdan çok daha fazlası sunuldu oyun içerisinde. Yani, Connor oyunun evreni gereği soğuk bir kişilik ama aslında öyle değil, görebiliyorsunuz bunu. Oyun boyunca aralıksız sevdiğim iki karakter zaten Connor ve Kara idi.

Markus hakkında ise pek sıcak değilim. Yani, Carl ile Markus’un olduğu bölümleri çok sevdim, ilham verici, hoş bölümlerdi ama Carl sonrasında gerçekleşen bölümler benim pek hoşuma gitmedi. Markus’un yaşadığı ilişki beni etkilemedi. Kendisinin etrafındaki karakterlerin çoğunu sevdim ama kendisine hiç ısınamadım. Tabii birkaç önemli bölüm haricinde.

Detroit: Become Human

Carl…

Bu sahneleri anlatmaya kalp yetmez

Connor ve Kara, bana daha sıcak hikayeler anlattı ama Markus, biraz daha epik idi. Özellikle çok önemli birkaç sahnede. Tabii bu sahneleri açık açık söylemeyeceğim ama oyunun ortalarında 1-2 sahne ve oyunun sonlarına doğru 3-4 sahne gerçekten beni etkiledi. Markus karakterine çok ısınamamış olsam da o epik sahneler, gerçek hayatta aynı durumlar yaşansaydı beni harekete geçirirdi. O kadar epiklerdi.

Tabii oyun finale doğru ciddi anlamda başından kalkılmaz bir hale dönüştü. Yani, artık oyundaki bazı ana karakterler birbirlerine çok yakın, hatta birlikte çalışıyorlar ve o ilk karşılaşmalar, ilk yüz yüze gelmeler gerçekten inanılmaz anlardı. Zaten Quantic Dream ekibi eski oyunlarında da benzer hisleri yaşatmasını iyi biliyordu. Bu oyun da gerçekten klasik bir Quantic Dream yapıtı olmuştu.

Oyun, dediğim gibi finale doğru çok daha güzel bir havaya kavuşuyor. Artık yavaş yavaş önceki seçimleriniz, sizin yüzünüze vuruluyor. Kazançlar, kayıplar yaşanıyor. Sanki tüm dünyanın yükü, sizin sırtınızda gibi oluyor. Hatta artık oyunun bu noktasında karakterlere ben o kadar bağlanmıştım ki, onlardan herhangi birine bir şey olacak diye gerçekten ama gerçekten korkuyordum. Yaşadığım benzersiz deneyimlerden bir tanesi idi bu oyun.

Detroit: Become Human

“En önemli olan şey yaşamak değil, yaşamak için bir sebebe sahip olmaktır.”

Evrenin aldığı hali görmek güzel

Oyun içerisinde birçok farklı kırılma noktası ve final bulunuyor. Fakat oyunun en sonuna geldiğiniz zaman, saatler boyunca kontrol ettiğiniz o 3 karakterin de geldiği hali görünce, durup bir düşünüyorsunuz. Ben, oyunun mutlu sonlarından birine sahip oldum. En azından mutlu olduğunu düşünüyorum ve bu sonda Kara, Markus ve Connor karakterlerinin ne hale geldiklerini görmek, onların hissettiklerini hissetmek tarif edilemez bir şey.

Açıkçası Quantic Dream ekibinin Detroit: Become Human için bir devam oyunu yapacağını sanmıyorum ama oyunun birçok farklı noktasında sanki devam oyunu için açık bir kapı bırakılmış gibi hissettim. Hatta oyunun finaline doğru 1-2 noktada devam oyunu da işaret ediliyordu. Bu noktaları tabii ki söylemeyeceğim, belki oyunu henüz oynamamışsınızdır.

Peki, Detroit: Become Human bitti. Şimdi ne yapacağız? Aslında bu noktadan sonra yapacak tek bir şeyiniz var, o da oyundaki farklı seçenekleri seçerek oynamak. Ben bunu yapmayacağım. Çünkü bu oyunda 3 farklı kişinin hayatını elime aldım. Hatta daha fazlasının hayatını elime aldım. Gerçek hayatta nasıl geriye dönme şansımız bulunmuyorsa, ben bu tip oyunlarda da geriye dönmeyi, bu yüzden sevmiyorum. Çünkü yaşadık ve bitti ama siz dönmek isteyebilirsiniz çünkü oyunda yaptığınız her farklı seçim size puan kazandırıyor ve bu puanları ekstralar sekmesinde harcayabiliyorsunuz. Bu sekmede oyunun konsept tasarımları, müzikleri ve karakter modelleri gibi şeyler bulunuyor. Uncharted 4: Bir Hırsızın Sonu oyununu oynadıysanız, bilirsiniz mutlaka.

Detroit: Become Human

Şu sahneyi nasıl sevmezsiniz ki?

Biraz da teknik detaylara değinelim

İnceleme yazımı bitirmeden önce oyunun grafiklerine, performansına ve başka bir ögesine değinmek istiyorum. Bu yüzden öncelikle grafiklerden bahsedeyim. Oyunun grafikleri gerçekten çok hoş. Gerçekçi ve kreatif yönden çok güzel oluşturulmuş. Gözü yormayan gerçekçi grafikler ile karşıma çıktı bu video oyunu ve bu yönden de oyuna hayran kaldım.

Oyunun performansı da gerçekten hayran kalınacak başka bir kategori. Öncelikle şunu söyleyeyim, oyunu 1080p/60 Hz bir televizyonda oynadım. Konsolum ise PlayStation 4 Pro idi. Doğal olarak Supersampling özelliği de açıktı. Özellikle Supersampling ayarını açmış olmama rağmen oyun inanılmaz akıcı bir 30 FPS performans ile karşıma çıktı. Oyun boyunca hiçbir şekilde FPS düşüşü yaşamadım ve teknik anlamda bana soracak olursanız bu oyun bir şaheser.

Oyunda hoşuma giden bir başka yön ise, oyunun hızlı çalışması oldu. Öncelikle konsolumun hiç yorulmadığı dikkatimi çekti ve aynı konsol, God of War, Assassin’s Creed Origins ve Horizon: Zero Dawn gibi oyunlarda resmen ağlıyordu. Fakat bu oyunda her şey çok sessiz ve sakindi. Ayrıca oyunun yükleme ekranları da çok kısa idi. Zaten oyun hızlı çalışıyor derken, bunu kast etmiştim.

Detroit: Become Human

İncelemeye hiç Connor’ın görselini eklemediğimi fark ettim de.

Detroit: Become Human için hazırladığımız inceleme yazımız bitti

Oyunu oynarken, inceleme yazım için tam 50 farklı not aldım ve bu notların 49 tanesi olumlu idi. Bu kadar notuma rağmen, oyun hakkında belki değinmeyi unuttuğum, gözden kaçırdığım da onca şey olabilir. Yani oyun çok derin ve belki bahsedilmesi gereken yüzlerce daha farklı nokta var.

Genel olarak söylemek gerekirse, interaktif eğlence türünü seven tüm oyuncular, bu video oyununu mutlaka denemeli. Oyunu, ön sipariş ile 210 TL ödeyerek satın aldım ve bunun karşılığında hem 2-3 gün süren, ciddi anlamda sürükleyici bir hikayeye tanık oldum, hem de Heavy Rain gibi klasik bir video oyununu PlayStation 4 Pro üzerinde tekrar deneyimlemiş oldum.

Bana soracak olursanız bu oyun, kendisine verdiğiniz parayı kuruşuna kadar hak ediyor. Ayrıca, oyuna vermiş olduğunuz bu para ile insanlıktan nefret etme hissini de kazanıyorsunuz çünkü oyun, size insanlığın en berbat yüzünü gösteriyor.

Detroit: Become Human, bizlere bir bilim-kurgu hikayesi anlatmıyor; belki de bizim yarınımızı en gerçekçi şekilde göstermeye çalışıyor. Oyun, tüm bunları yaparken bizleri de farklı farklı duygulara sokmayı başarabiliyor. Kara, Connor ve Markus ile benzersiz bir deneyime davetiye sunan Quantic Dream, diğer oyunları gibi başarılı bir yapıt ile karşımıza çıkıyor.
Olumlu
Hoş, temiz ve modern bir tasarım.
Akıcı ve kaliteli bir oynanış hissi.
Anlatılan hikayenin birçok farklı detay ile kusursuz bir şekilde desteklenmesi.
Grafik ve seslerin başarılı tasarımı ile etkileyici bir performans.
Olumsuz
Yer yer animasyonların ve diyalogların sert sert geçiş yapması.
9.6