Life is Strange serisi, benim için her zaman özel bir yere sahipti. İlk oyunu ile beni hemen kendisine bağlamıştı ve ikinci oyununda da yeni kahramanları ne kadar kolay yaratabileceğini göstermişti. İlk oyundan Max ve Chloe ikilisi belki de bu seri için çok temel kahramanlar olsa bile, ve hatta ben de onları çok sevmiş olsam bile, Life Is Strange: True Colors ve tabii ki Alex Chen, bence bu serinin zirve yaptığı noktaydı. Seri, kendisinin yeni kahramanlarla çok rahat bir şekilde ilerleyebileceğini göstermişken, Life is Strange: Double Exposure ile geri dönmek bana biraz garip hissettirmişti. Malum, bu oyunda, orijinal kahramanımız olan Max ve hikayesi geri dönüyor.
Açık konuşayım, bu oyun için çok da heyecanlanmamıştım. Life Is Strange: True Colors oyunundan önce böyle bir şey yapılsaydı muhtemelen heyecanlanırdım ama o oyundan sonra sürekli yeni şeyler görmeye alışmıştım ve Max’in hikayesine devam etmek beni korkutmuştu. Yalnız, hiç de korktuğum gibi olmadı. Evet, ana karakterimiz tanıdık ama benzer olan tek şey de o tanıdıklık hissi. Elimizin altındaki güç, içinde bulunduğumuz mekan, başımıza gelenler, çevremizdekiler ve hatta Max’in kendisi bile yepyeni duruyor. Tabii yine de bu, karşımızda kopuk bir oyun var demek değil. Life is Strange: Double Exposure, yenilikçi ama aynı zamanda ilk oyunu ve geçmişi de unutmuyor.
Life is Strange: Double Exposure oyununun hikayesinde Max, ilk oyunun finalinden ötürü artık güçlerini kullanmayı bırakmış bir şekilde karşımıza çıkıyor. Hatta güçler o kadar kullanılmamış ki artık sönmüş, istese de yapamıyor. Bir fotoğrafçı olarak Lakeport, Vermont içerisinde, Caledon üniversitesinde yer alıyoruz ve ufak bir arkadaş grubumuz da var. Bu tip oyunlarda hikaye çok kritik olduğu için spoiler vermeyeceğim ama yaşanan büyük bir olay, karakterimizi ve hatta tüm evreni tetikliyor ve Max, yepyeni bir maceraya atılıyor. Ayrıca yeni bir güç ile tanışıyoruz ki bu temel bir oyun mekaniği için söylemem gerekiyor: Paralel evrenler arasında yolculuk yapabilme.
Oynanışa geçmeden önce, Life is Strange: Double Exposure oyununun hikayesini ne kadar övsem, gerçekten az kalır. Daha önce de söylediğim gibi ben Max’in yeni hikayesine temkinli yaklaşıyordum. Sanki geçmişte bırakılsa daha iyi olur diye düşünmüştüm ama geliştirici ekip, karakterimizi öyle kusursuz bir şekilde olgunlaştırmış ve diğer karakterleri o kadar güzel bir şekilde yazmış ki, hikayeden zevk almamak mümkün değil. Sadece karakterler değil, hikayenin kendisi de oldukça ilgi çekici ve arka arkaya alacağınız ve belki de ağzınızın açık kalacağı plot twist anları bile mevcut. Tabii benim için bu anların biraz daha farklı bir hikayesi var.
Belki hatırlarsınız, The Last of Us Part II hakkında çok büyük sızıntılar yaşanmıştı geçmişte. O oyun benim için inanılmaz önemliydi ve spoiler yiyeceğim zaman bütün deneyimimin mahvolacağını bile bile, kendime engel olamamıştım ve o sızıntılara bakmıştım. Tamam, daha sonra oyundan zevk aldım ama büyük hikaye anlarını önceden bildiğim için aldığım o zevk, diğer oyunlarınki kadar coşkulu değildi. Kendim ettim, kendim buldum. Çok sıkıntı değil. Hatta ders de aldığımı düşünüyordum, Life is Strange: Double Exposure oyununa kadar kendimi diğer oyunlar için sürekli olarak bilinmezde bırakıyordum, basit tanıtım videolarını bile izlemiyordum.
Yalnız, belki uzun zamandır bu tarz bir oyun oynamadığım için olacak ki Life is Strange: Double Exposure yapıtının o kritik seçim yapma anlarında normalden fazla gerildim, internetten o seçimin basit bir rehberine bakmak istedim. Amacım geleceği bilmek veya spoiler yemek değildi ama özetle, saniyeler sonra oyunun en büyük iki plot twist anını öğrenmiştim. Yalnız, oyunun hikayesi o kadar güçlü ki ne olacağını bildiğim halde, o olaylar yaşandığı zaman şaşkınlığımı korumayı başardım. Evet, hiç bilmesem muhtemelen katlarca daha fazla şaşırırdım ama bu sefer böyle oldu. Demek istediğim şu ki hikaye, sürprizleri ve diğer anları ile şahane.
Life is Strange: Double Exposure aslında tek bir olaya sahip. Eğer yanlış hatırlamıyorsam, Life is Strange: True Colors içerisinde daha fazla olay yaşanıyordu. Yan hikayeler filan vardı ve karakterlerin de başından bağımsız olarak mini olaylar geçiyordu. Bu yeni oyunda tek bir olay var ve bunu olumsuz bir şekilde söylemiyorum. Sadece dünya zaman zaman sadece bizim etrafımızda dönüyormuş gibi hissettiriyor, bu kadar. Zaten bunun birçok kişiyi de rahatsız edeceğini sanmıyorum, günümüzde herkes dünya kendi etrafında dönüyormuş gibi davranıyor ve hareket ediyor. Bazı kişiler ikincil hikayelerin yokluğunun farkına bile varmayacaktır bu yüzden.
Her neyse, Life is Strange: Double Exposure içerisindeki bu hikayeden, karakterlerden ve diyaloglardan çok memnun kaldım. Tahmin edersiniz ki oyunun çok güçlü bir finali var. Beş bölüm mevcut ve özellikle de üçüncü bölümünün bir kısmından sonra oyun cidden başladığını belli ediyor ve hikaye sizi o kadar sarıyor ki tek oturuşta bitirmek istiyorsunuz. Ben tabii ki bunu yapamadım. Tek bir bölüm benim için 2-3 saat civarı sürüyor. Yavaş oyun oynayan bir kişiyim. Sizin için 1-2 saat sürebilir. Her şeyi toplamaya çalışsanız bile ki burada hem toplanacak, hem de çekilecek fotoğraflar var. Bunlar, oyunun toplanabilir koleksiyon ögelerini oluşturuyor.
Life is Strange: Double Exposure, oynanış tarafında Life is Strange: True Colors ile oldukça benzer. Yani, bize sunulan bölümü keşfediyoruz, etraftaki ögeler ile etkileşime geçiyoruz, insanlarla diyalog kuruyoruz, zaman zaman hafif bulmacalar çözüyoruz ve hikayeyi ilerletiyoruz. Ayrıca karakterimizin olayları takip edebileceği ve konuşmalar gerçekleştirebileceği bir sosyal medya platformu ve mesaj kısmı da bulunuyor. Başımızdan geçen önemli olayların güzelce not edildiği bir günlük sistemi de var. Bunların hiçbiri yeni değil ama oyun içinde gayet güzel çalışıyor. Keşfettiğimiz bölümde insanlarla konuşmak ve olaylar yaşamak gayet doğal hissettiriyor.
Daha önce Life is Strange: Double Exposure içerisinde ikincil olayların yaşanmadığını söylemiştim ama aslında kupa/başarım kazanmak için bazı aksiyonlar gerçekleştirebiliyorsunuz. Mesela, bir öğretim görevlisinin bilgisayarından öğrencilerin notunu yükseltme, ters dönmüş resimleri düzeltme ve benzeri ufak tefek şeyler her zaman oluyor. Bunların tamamını tek bir oynanış sırasında keşfetmeniz mümkün değil ki zaten oyun da kendisini iki kere oynamanızı istiyor. Bunun sebebi, ilk oyunun finalinin, bu oyunu etkiliyor olması. Bu finalin ne olduğunu oyunun başlarında seçebiliyorsunuz ve iki final seçimiyle de oyunu birer kere oynamanız gerekiyor bence.
Benim finalim, Chloe’nin hayatta kaldığı finaldi ve Life is Strange: Double Exposure oyununu o şekilde bir kere oynadım. İkilinin geçmiş mesajlarını okumak ve Chloe’nin güncel sosyal medya paylaşımlarını takip etmek güzeldi ama garipti. Hayatımızda olmasa bile hayatta olduğu için hala memnunum. Neyse, bir de alternatif evrenler var. Oyun temel olarak arkadaşımızın öldüğü ve yaşadığı iki evren arasında seyahat etmemizi sağlıyor. Bu anlar genellikle keşif ve bulmaca için oynanış anında kullanılıyor. Ara sahnelerde filan da hikayenin en önemli noktası tabii ki. Ayrıca, anladığım kadarıyla bu ikisinden de daha fazla boyut var ama onları ziyaret edemiyoruz.
Life is Strange: Double Exposure, toplamda beş bölüme sahip ve ilk iki bölüm karakterleri tanımak için, diğer üç bölüm ise olayların zirveye çıkması için tasarlanmış gibi hissettiriyor. Basit diyalog seçimleri, kritik seçimler, bulmacalar, keşif, gizem filan derken klasik bir Life is Strange deneyimi yaşatılıyor. Ben açıkçası hikayeyi beğendiğim kadar oynanışı da beğendim. Oyunun dünyasını keşfetmek eğlenceli ve tatmin edici. Sadece, paralel evrenler arasında geçiş yapmak, oynanış tarafında bana biraz zayıf geldi. Yani, tamam, başka bir evreni görüyoruz ve oradaki herkes farklı arkadaşımız yaşadığı için ama direkt olarak oynanışa pek bir şey yapmıyor bu.
Life is Strange: Double Exposure oyununu PlayStation 5 konsolumda deneyimledim ve elde ettiğim görsellik fena değildi. Tam olarak ne olduğunu anlayamadım ama bana her karakterin yüzü biraz fazla bulanık geldi. Hatırladığım kadarıyla Life is Strange: True Colors öyle değildi, aksine çok netti. Oyun kötü görünmüyor kesinlikle, atmosferi filan yeterince güzel, karakter modelleri de benzersiz ama o bulanıklığa alışmak biraz zamanımı aldı. Ayrıca övmek istediğim bir şey ise karakterlerin yüz animasyonları. Geliştirici ekip gerçekten şahane bir iş çıkartmış. Çok uzun zamandır bu kadar detaylı ve gerçekçi yüz animasyonları görmemiştim. Tebrik ederim.
Görselliğin yanında Life is Strange: Double Exposure oyununun performansı da ne yazık ki sıkıntılı. Oyun genel olarak 60 FPS değerinde çalışıyor ve yükleme ekranları filan da hem az, hem de hızlı. Hatta oyunda öyle çok fazla hata da yok ama zaman zaman doku kaplamaları biraz yavaş yüklenebiliyor. Ayrıca, daha da önemlisi, her bar bölümünde performans dibe vuruyor, sürekli takılmalar yaşanıyor. Bar, sürekli gittiğimiz bir yer olduğu için de o performans derdi hiçbir zaman bitmiyor. Oyun çıkalı haftalar oldu ve bu performans sıkıntısının hala düzeltilmemiş olması da ayrı bir hayal kırıklığı. Bence çok daha iyi bir iş çıkartılabilirdi.
Sıra geldi seslere. Life is Strange: Double Exposure oyununun genel ses efektleri gayet başarılı. Bunlar hakkında çok konuşmayacağım. Seslendirmeler ise ayrı bir kaliteye sahip. Her karakterin seslendirme performansları çok profesyonel bir şekilde yapılmış ve ben, bu performansları bir saniye bile olsun garipsemedim. Müzikler ise orijinal Life is Strange oyununun ruhunu ve doğal olarak Max’in kişilini bir kere daha şahane bir şekilde yakalıyor. Özellikle karakterimizin şöyle bir oturup, etrafı izlediği ve olayları değerlendirdiği zen anlarında o müziklerle birlikte gözünüzün dolmaması çok zor. Belki de ben çok sulu göz bir insanımdır tabii, bilemiyorum.
Söylemek istediğim şudur ki Life is Strange: Double Exposure, sesler ve müzikler haricinde Life is Strange: True Colors oyunundan bir adım geride sanki. Bu cümlem yanlış anlaşılmasın; oyun kesinlikle güzel görünüyor ama bir önceki giriş çok daha güzel görünüyordu. Performans tarafındaki sıkıntıların da 3-4 hafta sonunda giderilmemiş olması da ayrı bir soru işareti. Oyun, Ultimate sürümünün sahiplerine iki hafta erkenden sunuldu. Bu sırada kimse mi fark etmedi, rapor etmedi ve düzeltmedi bahsi geçen can sıkıcı performansı? Oyunun kusursuz bir puan almasını engelleyen bir şey varsa, o da ne yazık ki bahsettiğim sunum elementleri olacak.
Ayrıca bahsetmek istediğim garip bir konu var. Life is Strange: Double Exposure oyununun inceleme kodu geldi bana. Yani, oyunu satın almadım ama ilk bölümden sonra o kadar sevdim ki Ultimate sürüme yükseltmek istedim. Yalnız, şöyle bir detay var, oyunun nihai sürümüne yükselttiğiniz zaman bile Deluxe sürümdeki ögeleri alamıyorsunuz. Bu bana çok saçma geldi. Deluxe ve Ultimate sürümlerini ayrı ayrı satın almanız gerekiyor ki bu benim çok sık gördüğüm bir saçmalık değil. Bu arada, Deluxe sürüm 400 TL, Ultimate sürüm de 600 TL civarındaydı ama adı üstünde, nihai sürüm. Her içeriğin o pakette olması gerekirken yok ve bu yüzden hiçbirini satın almamaya karar verdim.
Bunun haricinde, yaşadığım deneyimden memnun kaldım. Life is Strange: Double Exposure oyununun finali de tahmin edebileceğiniz üzere serinin devam edeceğine dair işaretler veriyor ve hatta başka bir kahraman üzerinden bir ana veya yan oyun yapılabileceğine dair göz de kırpılıyor. İnceleme yazımın başında da dediğim gibi bugüne kadar bu seri çok güzel yeni kahramanlar yapmayı başardığı için bence Max geri gelmese de olurdu ama yine de geldiği için memnunum. Yeni kahramana zaten heyecanlıyım ve eğer Max’in de hikayesi devam edecekse, bu saatten sonra onu kabul etmekten başka bir şey gelmez elimden; geliştirici ekip, ne yaptığını biliyor.
Bu arada, ilk iki Life is Strange oyununu Don’t Nod yapmıştı. Life is Strange: True Colors ve Life is Strange: Double Exposure ise Deck Nine tarafından geliştirildi. Bence iki stüdyo da bu seride başarılıydı ama özel olarak Don’t Nod ekibinin bu oyun yüzünden 2025 yılına ertelenen Lost Records: Bloom & Rage yapıtının da adını geçirmek istiyorum. Bu oyun da çünkü Life is Strange benzeri bir macera deneyimi sunacak gibi görünüyor ve stüdyonun Tell Me Why, Harmony: The Fall of Reverie ve Jusant gibi ilgi çekici oyunlarından sonra neler yapacağını da şahsen merak ediyorum. Lost Records: Bloom & Rage için oldukça heyecanlıyım yani.
Life is Strange: Double Exposure oyununa geri dönecek olursak, bence ufak tefek sorunları olan ama buna rağmen şahane bir macera deneyimi sunan bir yapıt kendisi. Özellikle de Life is Strange serinin önceki oyunlarını oynadıysanız ve sevdiyseniz, bu oyuna da bir şans vermeniz gerekiyor. Eğer gördükleriniz ve okuduklarınız ilginizi çektiyse, ilk defa bu seriden bir oyun oynayacaksanız, bence öncelikle orijinal Life is Strange oyununu ve onun prolog tipindeki ek deneyimini oynayın. Bu sayede yeni oyunun hikayesini ve içerisindeki ince detayları çok daha hoş bir şekilde anlayabilirsiniz. Onları hiç oynamadan bu oyuna atlarsanız, birkaç boşluk bulabilirsiniz hikayede.