Daha önce TERA ve PUBG: Battlegrounds gibi oyunlara imza atmış olan Krafton, kısa bir süre içerisinde ciddi anlamda büyüdü ve yepyeni oyunları denemeye başladı. Bu oyunlardan biri Moonbreaker, öbürü ise The Callisto Protocol idi. Bahsettiğim ilk oyun, erken erişim sürecinde çıkışını gerçekleştirdi ve ben de bir ön inceleme yazdım zaten. Bu yazıya, oyunun adına tıklayarak ulaşabilirsiniz. Şimdi ise sırada tam çıkışını gerçekleştirmiş olan ikinci oyunun incelemesi bulunuyor. Bakalım tamamen yeni bir stüdyo olan Striking Distance Studios, nasıl bir deneyim ile oyuncuların karşısına çıkmış?
Striking Distance Studios, Sledgehammer Games stüdyosunun kurucularından biri olan Glen Schofield ile birlikte açılmış bir oyun geliştirme şirketi idi. Bu ekibin ilk amacı, PUBG: Battlegrounds ile aynı evrende geçen hikaye temelli oyunlar yaratmaktı ve The Callisto Protocol de orijinal olarak bu şekilde duyurulmuştu. Yani, oyun aslında bahsi geçen evrende yer alıyordu ama daha sonra ekip, bu konuda değişiklik yaptıklarını ve artık iki oyunun da farklı evrenlerde yer aldığını açıkladı. Durum böyle olunca oyuna olan ilgiler bir tık azaldı ama daha sonra stüdyo, yüksek kaliteli görseller ile ilgileri tekrar toplamayı başardı.
The Callisto Protocol içerisinde Jacob Lee isimli bir kişiyi kontrol ediyoruz. Oyun, üçüncü şahıs bakış açısından oynanıyor ve hem korku, hem de hayatta kalma elementleri sunuyor. Dead Space gibi serilerde de daha önce kullanışmış bir sistem olarak, ana karakterimizin canını, sırtındaki bir alette görüyoruz. Bu alete de C.O.R.E. Device deniyor. Hatta, oyunun genelinde daha fazla oyuna yapılan, daha çeşitli göndermeleri de fark edebilmek mümkün. Bunların haricinde, farklı silahlarla karşımıza çıkan düşmanları öldürmeye çalışıyoruz ve oyun, bu noktada hem düşmanlar, hem de karakterimiz için bolca ölüm animasyonu sunuyor.
The Callisto Protocol, aslında daha önce Dead Space serisinin yaratmış olduğu o benzersiz atmosferi tekrar oluşturmaya çalışıyor ama bunu ne yazık ki başaramıyor. Oyunun sizlere sunduğu deneyim 7-8 saatte tamamlanıyor ama tüm bu saatler boyunca çok dengesiz bir savaş sistemi ile boğuşmak zorunda kalıyorsunuz. Ayrıca oyun, türün oyunlarından o kadar çok örnek alıyor ki herhangi bir yenilik sunmayı unutuyor. Durum böyle olunca da biraz sıkıcı bir deneyim sunuluyor. Hikayeden filan da çok bir şey beklememek gerekiyor tabii ki. Şimdi gelin, tüm bunlara daha yakından bir göz atalım.
The Callisto Protocol, attığı her adımda Dead Space ile benzerlik gösteriyor
The Callisto Protocol, 2320 senesinde geçiyor. Ana karakterimiz olan Jacob Lee, partneri ile birlikte United Jupiter Company için çalışıyorlar, kargo taşıyorlar. Europa ile Callisto rotasındaki son işlerini yapıp, zengin olma hayalleri kuran bu ikili, Outer Way tarafından saldırıya uğruyor. Bir nevi terörist grubu olan Outer Way sayesinde ikilinin uzay gemisi, Callisto gezegenine düşüyor ve kendi karakterimiz ile terörist grubunun lideri haricindeki herkes ölüyor. Bu ikili ise gezegenin çok yüksek korumalı hapishanesine atılıyor. Bir süre sonra hapishanedeki mahkumlar, bilinmeyen bir hastalık kapıyor ve saldırgan bireylere dönüşüyorlar.
The Callisto Protocol oyununda bundan sonraki amacınız, hapishaneden kaçmak oluyor. Oyun, tamamen çizgisel bir ilerleme sunuyor. Buna rağmen bölüm tasarımları çok hoş olduğu için kendinizi hiçbir şekilde sürekli aynı koridorlarda hareket ediyormuş gibi hissetmiyorsunuz. Bölümler sürekli olarak değişiyor ve her defasında benzersiz bir his elde edebiliyorsunuz. Problem şu ki bölüm tasarımları her ne kadar güzel ve benzersiz olsa bile bölümler arasında sürekli olarak yavaşlatılıyorsunuz; yükleme koridorlarında çok yavaş hızlarda bir yerlerde sürünmeniz, dar alanlardan geçmeniz gerekiyor. Bu da uzun vadede biraz sıkıyor.
Glen Schofield, Dead Space serisinin yaratıcılarından biri ve bunu The Callisto Protocol içerisinde görebiliyorsunuz. Bölüm tasarımından, sanat yönetimine; minimalist arayüz elementlerinden, ses tasarımına kadar her noktada oyun, nereden ilham aldığını belli ediyor. Yalnız, bu ilham çoğunlukla fazla kaçıyor; oyunun ismi eğer Dead Space olsaydı, herkes inanırdı diye tahmin ediyorum. Can sisteminden, kaynak toplamaya kadar her şey tanıdık iken savaş sistemi de bataryadan güç alan bir yeteneği temelinde bulunduruyor. Bu yetenekle çevredeki eşyaları, düşmanlara fırlatabiliyoruz. Oyunda ateşli silahlar filan da bulunuyor tabii ki.
Bataryalı bir yetenek ve ateşli silahlar haricinde, The Callisto Protocol içerisinde yakın dövüş silahları da bulunuyor. Bu silahlar özellikle oyunun ilk çeyreğinde ön plana çıkıyor ama kendileriyle savaşmak gerçek zamanlı bir sistemden ziyade sıra tabanlı bir dövüş oyunu oynuyormuşsunuz gibi hissettiriyor. Yine de bu silahlarla düşmanların kafasına kafasına vurup, etrafı kırmızıya boyamak oldukça tatmin edici. Sadece, oyunun genelindeki basit hava, ne yazık ki bu oynanış elementlerine de yansıyor. Oyun, 7-8 saatlik süresi boyunca kendisini hiç derinleştirmiyor; karşınıza çıkan tek sürpriz, korku anları oluyor.
Korku ve gerilim tarzındaki bir oyunda bu kadar güçlü olmak yanlış hissettiriyor
The Callisto Protocol, üçüncü şahıs bakış açısındaki kamerasını çok akıllıca kullanıyor ve bu kaliteli kamera açısı sayesinde savaş anları çok daha ilgi çekici durabiliyor. Ayrıca, yakın dövüş silahı ile kombinasyon yapıp, düşmanları ateşli silahlar ile sonlandırmak da hoş bir mekanik olarak sunuluyor. Oyunda ziyaret ettiğiniz bölümler, düşmanları farklı şekillerde öldürebilmeniz için birçok imkan sunuyor ve bu imkanları bir noktadan sonra, artık tüm düşmanları havaya kaldırıp, fırlatabilme özelliğini açtıktan sonra daha da aktif bir şekilde kullanabiliyorsunuz. Bu özellik, savaş anlarını eğlenceli yapsa bile oyundaki tüm tehlikeyi ortadan kaldırıyor.
GRP isimli bu silah tabii ki sonsuz kullanıma sahip değil; kendisini bataryalar ile beslemeniz gerekiyor ama The Callisto Protocol oyununu en zor zorluk seviyesinde oynarken bile düşmanlar, bu sistemin karşısına duramıyor; zamanla oyundaki hiçbir tehlikeden korkmamaya başlıyorsunuz. Bu da ne yazık ki bu tarzdaki bir oyunun içerisinde verilmemesi gereken bir his. En azından oyunu ilk oynadığınız zaman verilmemesi gerekiyor; belki New Game Plus gibi bir modda ek silah olarak verilmeliydi GRP. Bu silah yüzünden hiç ihtiyacınız olmayacak ama oyundaki diğer silahları da yeni özelliklerle yükseltebilmek mümkün.
The Callisto Protocol içerisinde sizin farklı silahlarınız varken, tabii ki farklı düşman tipleri de mevcut. Mesela, etrafı göremeyen ama duyduğu sese yönelen korkutucu bir düşman tipi var. Kendisi sanırım aynı anda biraz da sağır ama yapacak bir şey yok. Bir diğer ilgi çekici düşman tipi ise sadece kafadan vuruşlarla ölen, gerçekten korkutucu olabilen biri ama kendisi de oyunun içerisinde yeteri kadar karşınıza çıkmıyor. Bu örneklerimden de anlayabileceğiniz üzere oyun içerisinde gayet standart düşman tipleri var. Yani, oyunun diğer kategorilerinde olduğu gibi düşman tipleri kategorisinde de bir yenilik beklemeye gerek yok.
Düşmanlar üzerindeki ilgi çekici tek şey, yine orijinal değil ama, bazı düşmanları sakatladığınız zaman hemen öldürmezseniz, kendileri mutant evresi geçirip, daha güçlü yaratıklar olarak size saldırmaya devam ediyor. Bu da savaş anlarına hoş bir acelecilik katıyor. The Callisto Protocol içerisinde bölüm sonu canavarı karşılaşmaları da bulunuyor ama bunlar hakkında söyleyebilecek pek de farklı bir şeyim yok. Bu karşılaşmaların sayısı az ve yapıları da oldukça basitti. Yani, normal bir bölümde savaştığınız canavarlardan pek de farklı bir deneyim sunmuyor bölüm sonu canavarları. Bu da büyük bir hayal kırıklığı.
The Callisto Protocol; görsel kalitesi, sanat tasarımı ve sesleri ile öne çıkıyor
The Callisto Protocol, muhteşem bir görselliğe sahip. Oyunun görsel kalitesi oldukça yüksek ve bu sayede korku-gerilim atmosferine daha kolay bir şekilde girebiliyorsunuz. Ana karakterimiz biraz çok basit bir tasarıma sahip olsa bile en azından oyundaki diğer tüm karakterler ve özellikle de düşmanlar şahane tasarımlara ve modellere sahip. Bu düşmanların parça parça oluşu, bolca kan ve vahşet de cabası. Sanat yönetimi kesinlikle bu oyunun en iyi yönlerinden bir tanesi. Oyunun genel anlamda çizgisel olması ve küçük alanlarda geçmesi de aslında geliştiricilerin büyük büyük bir avantaj olarak kullandığı bir element gibi duruyor.
The Callisto Protocol oyununu PlayStation 5 ile deneyimledim ve bu noktada 4K/30 FPS olarak bir kalite modu, 60 FPS olarak da bir performans modu sunuluyordu. Sıkıntı şu ki performans modunda oyun, 60 FPS değerine kilitlenemiyor. Oyun sadece bomboş koridorlarda yürürken bu performansa ulaşıyor. Onun haricinde, özellikle de düşmanlarla savaşırken 45 FPS gibi düşük rakamlara ulaşabiliyorsunuz. Kalite modunda böyle bir sıkıntı yok; orada görebileceğiniz en düşük rakam 29 FPS. Açıkçası oyun beni bu noktada oldukça büyük bir hayal kırıklığına uğrattı. Daha optimize edilmiş bir deneyim beklerdim performans modunda.
Sesler ve müzikler ise iki farklı hikaye anlatıyor. Sesler, görsellik kadar ilgi çekici ve oyunun kalite seviyesini yükseltiyor. Müzikler ise performans gibi hayal kırıklığı yaratıyor. Oyundaki müzikler arasında ne yazık ki pek ilgi çekici bir parça yok, akılda kalıcı bir müzik duymuyorsunuz. Oyunun atmosferi de bunlardan pek etkilenmiyor ama konu, seslendirmeler ve ses efektleri olunca iş değişiyor. Oyundaki hem seslendirmeler çok başarılı, hem de ses efektleri inanılmaz tatmin edici. Düşmanlara vurduğunuzda çıkan sesler, ayak sesleri, mermi sesleri ve çok daha fazlası neredeyse kusursuz bir şekilde ve kalitede duyuluyor.
The Callisto Protocol, ne yazık ki çok fazla Dead Space olmak isteyen bir video oyunu gibi görünüyor. Bunda yanlış bir şey yok ama sanıyorum ki geliştirici ekip, kafayı bunla bozmuşken oyuna yenilikçi şeyler eklemeyi unutmuş. Üzerine bir de performans sıkıntıları eklenmiş. Eğer çizgisel korku-gerilim oyunlarını seviyorsanız, bu yapıta kesinlikle bir şans vermenizi tavsiye ediyorum ama tam fiyata değil; indirim beklemelisiniz. Onun haricinde, Dead Space serisinin ilk iki oyunlarının yeniden yapımı zaten Ocak 2023 içerisinde çıkacak. Gerçek korku ve gerilim deneyimini o yeniden yapım ile yaşayacağımıza eminim.