Günümüzde çok fazla Lovecraftian oyununa rastlayamıyoruz. Yani, H. P. Lovecraft tarafından oluşturulmuş eserlerden ilham alınarak oluşturulmuş pek yapıt bulunmuyor günümüzde. Konsollar için 2019 içerisinde çıkışını gerçekleştirmiş olan bir açık dünya, macera ve araştırma oyunu olan The Sinking City ise oyuncuların hayatına o tarzı geri sokmayı hedefleyen yapıtlardan bir tanesi. Bugün ise yeni inceleme yazımızda The Sinking City oyununa değineceğiz. Hazırsanız, yazımıza başlayalım.
The Sinking City ile 1920 senesine geri dönüyoruz
Bahsetmiş olduğumuz bu video oyunu, hemen yukarıdaki başlığımızdan da anlayabileceğiniz üzere 1920’lerde geçiyor. Yani, modern bir deneyim yaşamıyoruz. Bu oyundaki amacımız ile yaşadığımız bölgenin sırrını çözmek. Bunu ise tabii ki yaşanan vakaları araştırarak ve onları çözerek başarabiliyoruz. Oyunun temelinde de zaten keşif ve dedektifçilik yapma bulunuyor. Bunu, çok iyi bir şekilde yapabiliyorsunuz; oyun, çizgisel bir şekilde hareket etmiyor; açık araştırma sistemi yer alıyor oyunda.
The Sinking City oyunundaki olayları çözebilmek için birçok farklı yolunuz bulunuyor. Yani, piyasadaki diğer video oyunları gibi çizgisel bir yoldan ilerlemiyorsunuz; kendi yolunuzu, kendiniz çiziyorsunuz. Bu açık araştırma sistemi sayesinde oyun, sizlere farklı sonuçlar da sunabiliyor. Bu sayede de oyun, tekrar ve tekrar ve tekrar oynanabilirliğe sahip oluyor. Mesela, çok ilginizi çeken bir olayı farklı farklı yollarla çözüp, farklı sonuçlara ulaşabilmek her zaman için güzel bir his veriyor size.
Tabii bu video oyununda yaptığımız tek şey delil toplamak ve olay çözmek değil. Zaman zaman yaratıklarla da savaşmak gerekiyor ve bu noktada da işin içine silahlar giriyor. The Sinking City oyunundaki silah kullanımını çok beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Ayrıca oyun, 1920 döneminde geçtiği için seçilebilecek ve kullanılabilecek silahlar da benim için öyle çok ilginç şeyler değil. Bu yüzden ne yazık ki silah konusunda oyuna olumlu olan herhangi bir yorum yapamayacağım efendim.
The Sinking City oyununda aynı zamanda keşif de yapabiliyoruz. Keşif yapabilmek için de hareket etmemiz gerekiyor ve bu video oyununda birçok farklı yolda hareket edebiliyoruz. Adından da anlayabileceğiniz üzere bu şehir, kısmen sular altında bulunuyor. Bu yüzden her zaman yürüyerek yolculuk etmiyor. Yeri geldiği zaman kayık kullanıyoruz, yeri geldiği zaman da dalgıç kıyafetlerimizi giyiyoruz ve kendimizi suların altında buluyoruz. Oyunda, keşif için birçok farklı yön bulunuyor.
Akıl sağlığınızı sürekli göz önünde bulundurmak gerekiyor
The Sinking City oyununda korkmanız gereken tek şey, yaratıklarla savaşırken merminizin bitmesi veya bir olayda sıkışıp kalmanız değil. Oyunda, akıl sağlığınız da bulunuyor ve bu değeri sürekli olumlu noktalarda tutmanız gerekiyor. Şöyle ki siz, olayları çözerken farklı yaratıklarla karşılaşabiliyorsunuz. Eğer bu yaratıklara çok uzun süre bakarsanız, akıl sağlığınızı yavaş yavaş kaybediyorsunuz. Eğer sıkıcı bir olay ile uğraşıyorsanız, bu sistem sizin canınızı daha da fazla sıkabiliyor zaman zaman.
Olayları çözerken veya hikayeyi ilerletirken, diyalog seçimleri ile karşı karşıya kalıyorsunuz ki bu sistem, benim video oyunlarında çok sevdiğim bir sistemdir. Olayların serbest ve farklı yollardan çözülebilmesi ve bunların farklı sonuçlara yol açması, diyalog seçme sistemi ile de destekleniyor ve bu destek gerçekten başarılı. Size sunulan diyalog seçimleri her zaman kolay olmuyor ve bazen ciddi anlamda düşünmeniz gereken anlar oluyor ki ben bu tip zorlayıcı diyalog sistemlerini çok seviyorum.
Yalnız The Sinking City, her zaman böyle güzel bir oyun değil. Daha önce sizlere söylemiştim, oyunun silahlarla alakalı olan her şeyi çok başarısız. Yani, temel ateş etme sistemi bile zevkli değil. Bunun üzerine zaman zaman sıkıcı olaylarla karşılaşabiliyorsunuz ve oyun sürekli olarak kendisini tekrar ediyor gibi hissediyorsunuz. Olaylar ve mekanlar arasında hareket ederken de çevre detaylarına, atmosfere ve oyunun evrenine hayranlığınız kısa sürüyor; bir süre sonra hareket etmek çok sıkıcı ve monoton oluyor.
Tabii bir de ana karakterimiz bulunuyor. Oyunda kontrol ettiğimiz karakter, Charles Reed ve kendisi inanılmaz sıkıcı bir karakter. Ben bu oyunu oynadığım süre boyunca Charles Reed karakterine karşı herhangi bir yakınlık ve bağ hissedemedim ki hikayenin önemli olduğu video oyunlarında, karakterler ile oyuncular arasında bağ kurulması bence önemlidir. Charles Reed, o kadar tek boyutlu ve basit bir karakter ki zaman zaman etraftaki bir NPC bile daha ilgi çekici olabiliyor; hayret edersiniz gerçekten.
The Sinking City, biraz daha zaman istiyor
İnceleme yazım boyunca bu oyunda yer alan birkaç farklı ve önemli hatadan bahsettim ama bunlar, karşılaşacağınız tek problemler değil. The Sinking City, öyle bir video oyunu ki kendisini oynadığınız zaman kalitesiz bir yapıt deneyimlemiş gibi hissediyorsunuz. Bunun sebebi ise oyunun içerisinde birçok farklı oynanış hatasının yer alıyor olması. Bu hataların üstüne görsel hatalar, kaplamalardaki dengesizlik, efektlerin bazı şeylere etki edip, bazı şeylere etki etmemesi ve çok daha fazlası can sıkıyor.
Oyunun evrenindeki karakterlerin sürekli aynı animasyonları ve aynı cümleleri tekrarlaması, oyunun performansının çoğu zaman keyif kaçıran seviyede olması ve bazen kendinizi duvarların arasında sıkışmış olarak bulmanız, bu video oyununu çok kalitesiz bir noktaya taşıyor. Yani, The Sinking City zaten AAA seviyesinde, yüzlerce milyon dolarlık bir bütçe ile geliştirilmiş bir video oyunu değil ama bütçe küçük olsa bile o küçüklük, böyle kalitesizlik ile oyunculara geçirilmemeli diye düşünüyorum.
Tüm bunlara karşılık, inceleme yazımın başında dediğim gibi oyunun atmosferi çok güzel. Görsellik de bu atmosferi kesinlikle olumlu yönde etkiliyor. Yine önceden dediğim gibi hareket etmek sıkıcı bir hale geliyor ama en azından o hareket anlarında ve diğer keşif anlarında, oyunun başarılı atmosferi sayesinde en azından görsel açıdan güzel bir deneyim yaşabiliyorsunuz. Bu atmosfer, hikaye ve karakterler ile de destekleniyor ve gerçekten bir Lovecraftian oyunu oynadığınızı hissediyorsunuz.
İsterseniz görselliği göz önünde bulundurun, isterseniz performansı göz önünde bulundurun, isterseniz oynanışı göz önünde bulundurun, isterseniz de oyunun hikayesini göz önünde bulundurun; neyi göz önünde bulundurursanız bulundurun, sürekli olarak yarım bir deneyim yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Özellikle oynanış ve hikaye kısımlarında çok tat kaçıran eksiklikler bulunuyor ve bu benim oyun deneyimimi çok olumsuz bir şekilde etkiliyor; The Sinking City, çoğu zaman zevk vermiyor.
Biraz daha bütçe ve zamanla efsane olabilirdi
The Sinking City, çok fazla güzel yönü olan ama bu güzel yönlerin önemli problemlerle aşağı çekildiği bir video oyunu. Yukarıda da dediğim gibi bu oyunda size neyi övmek istesem, o övgüme karşılık verebilecek mutlaka büyük bir problem bulunuyor. Bu video oyunu, eminim ki biraz daha fazla zaman ve bütçe ile çok başarılı bir yapıt olabilirdi. Hatta bu oyun, kendi türünde yeni bir standart bile belirleyebilirdi ama bu kalitesizlik hissi ve bol hata ile ne yazık ki zor bir durum bu efendim.