Pokémon GO, 2016 senesinde bir AR oyunu olarak piyasaya sürülmüştü. Bu oyun, öylesine popüler olmuştu ki tüm dünyayı sokaklara dökmüştü. Birçok oyuncu, sokaklarda nadir Pokémon arar hale gelmişti. Düşünün, hareket etmeme yemini etmiş bir insan olarak ben bile bu oyunu oynamıştım, saatlerce sokaklarda dolaşıp, Pokémon aramıştım. Pokémon GO oyununun popülerliği, AR kategorisine ciddi anlamda bir canlılık getirdi ve o zamandan beri birçok oyun geliştiricisi, benzer oyunlar geliştirmeyi denedi. Şimdi ise sırada, CD Projekt RED gibi büyük bir şirketin, The Witcher gibi büyük bir markasının AR tipi oyununu denemek var.
Android ve iOS için piyasaya daha dün çıkmış olan The Witcher: Monster Slayer, sadece The Witcher markasının video oyunlarındaki popülerliğini değil, aynı zamanda Netflix üzerindeki popülerliğini de arkasına alarak çıkışını gerçekleştiriyor. Bu yüzden de aslında The Witcher evrenine AR ile adım atmadan önce heyecanlanmıştım; CD Projekt RED, gerçekten Pokémon GO seviyesinde bir proje ile oyuncuların karşısına çıkabilirdi. Yalnız, bu oyun aslında Pokémon GO yerine aynı stüdyonun diğer oyunu olan Harry Potter: Wizards Unite yapıtına daha çok benziyor. Ben o oyunu da oynamıştım ve kendisini pek de eğlenceli bulmamıştım.
Harry Potter: Wizards Unite oyununun özelliği, AR dünyasına RYO mantığını katıyor olmasıydı. The Witcher: Monster Slayer da AR yapısının üzerine RYO mantığını ve koleksiyon sistemlerini ekleyerek geliyor. Aynı zamanda bu oyun, kendi serisinin konsol ve bilgisayar oyunlarına da yakınlaşmaya çalışıyor. Bunlar da bolca canavar öldürme, hikayeye önem veren görevler, kan ve şiddet ile yapılıyor. Yani, kağıt üzerinde bu video oyunu gerçekten güzel görünüyor ama oyunda zaman harcamaya başladıkça, gerçek yüzünü görüyorsunuz. Bu yapıt, sizin ya paranızı, ya da hayatınızı isteyen ucuz deneyimlerden bir tanesine dönüyor.
Daha önce de dediğim gibi The Witcher: Monster Slayer, hikayeye önem veren bir yapıt ve bu AR oyununda da bahsedebileceğim ufak bir hikaye bulunuyor. Bu oyunun hikayesi, daha Geralt bile doğmamışken, yüzlerce sene öncesinde, bizim hayatımızda geçiyor. Bu dönemlerde hem Witcher sayısı fazla, hem de dünyada dolaşan canavar sayısı fazla. Zaten herkesin bu oyunu indirebilip, Witcher olabilmesi de bu şekilde açıklanıyor oyun dünyasında. Bizler de sokakta dolaşan ve karşısına çıkan her canavarı öldüren bir Witcher olarak bu oyunda yer alıyoruz. Zaman geçtikçe de NPC tipi karakterlerle karşılaşıp, onlarla etkileşime geçebiliyoruz.
The Witcher: Monster Slayer sayesinde ara sokaklarda silah alışverişi yapıyoruz
The Witcher: Monster Slayer oyununda canavarları öldürüyoruz, görevleri tamamlıyoruz, hazinelerin peşinden koşuyoruz ve yeni eşyalar satın alarak kendi karakterimizi geliştirmeye çalışıyoruz. RYO mantığı da en çok burada ortaya çıkıyor zaten. Oyunda ilerledikçe, hikaye ile alakalı olarak gerçekten ilgi çekici sürprizlerle karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Yani, mobil platformlardaki bir AR oyununa göre bu yapıt, ciddi anlamda zengin bir hikaye sunuyor. Yalnız, bu hikaye anları oyunun genelinde çok nadir karşımıza çıkıyor ve onlara ulaşabilmek için de ciddi anlamda büyük bir uğraş vermemiz gerekiyor. İşte bu da beni oyundan soğutuyor.
Sürekli olarak anlamsız bir şekilde canavarları öldürüp, aynı zamanda da altın kazanmaya çalışıp, o altınlarla da ekipmanlarımızı güçlendirmemiz gerekiyor yeni hikaye anlarına tanıklık edebilmemiz için. Bu sadece basit bir “Grind” olarak karşımıza çıkmıyor; The Witcher: Monster Slayer, bence haddinden çok daha fazla zamanımızı istiyor. Ben açıkçası mobil oyunlara günde 2-3, belki 3-4 saatimi ayırmak istemiyorum. Yapabileceğim en fazla yarım saat olacaktır. Yalnız bu video oyunu sizin tüm zamanınızı istiyor. Eğer zamanınız yoksa da mikro ödemeler aracılığı ile işinizi kolayca halledebiliyorsunuz. Burada da oyunun gerçek yüzü ortaya çıkıyor zaten.
The Witcher: Monster Slayer oyununda büyülü bazı taşları takip ederek canavarları bulabiliyoruz. Onları bulduktan sonra da reflekslerinizi kullanmanız gereken bir savaş anı yaşıyorsunuz. Kolayca alışabileceğiniz bu oynanış sırasında canavarlara yenilmek, sadece kullandığınız tek seferlik eşyaların doğal olarak boşa gitmesi ile sizi cezalandırıyor. Bu noktada söyleyebileceğim olumsuz bir şey yok. Ayrıca oyunun ne çok kolay, ne de çok zor olması oldukça hoşuma gitti. Aynı zamanda, oynanış tarafının Harry Potter: Wizards Unite yapıtına biraz benzediğini de fark ettim. En azından oynanış döngüsü oldukça benziyor.
Canavarları öldürdükçe tecrübe puanı kazanıyorsunuz ve bu puanlar aracılığı ile de zaman zaman yeteneklerinizi güçlendirebiliyorsunuz. Yeteneklerin tamamı pasif seviyede; yani sizin onları aktif olarak kullanmanıza gerek olmuyor. Yeteneklerin hepsi, arka planda kendi kendilerine işler hale geliyor. Bu noktada The Witcher: Monster Slayer, kesinlikle derin ve detaylı bir deneyim sunuyor. Yani, biraz daha zorlasalar, sanıyorum ki bu oyunu Steam üzerinden erken erişim oyunu olarak piyasaya sürebilirlerdi bile. Ayrıca oyunda eşya üretme sistemleri gibi şeyler de bulunuyor. Bunlar da deneyiminizi zenginleştiriyor.
Pokémon GO tarafından doğru yapılan şeyler, bu oyunda oldukça yanlış duruyor
Pokémon GO oyununun popüler olmasının sebeplerinden bir tanesi, oyuncuların hayatlarına uyum sağlayabiliyor olmasıydı. Yani, o oyunu başarılı bir şekilde oynayabilmek için kendi yolunuzdan dışarı çıkmanıza pek gerek yoktu. İşe veya okula giderken, birçok şey yapabiliyordunuz. Eve geldiğinizde ise baskınlara uzaktan katılabiliyordunuz veya size yakın olan kontrol noktalarına hızlıca ulaşabiliyordunuz. The Witcher: Monster Slayer ise bunun tam tersini yapmaya çalışıyor. Yani, oyunu günlük yaşamınızda oynayabilmeniz pek mümkün olmuyor; görevler size birkaç sokak uzakta belirebiliyor. Aynı şey, görevlerin hedefleri için de geçerli.
The Witcher: Monster Slayer, aynı zamanda sizi merkezi yerlerden zaman zaman uzaklaştırmaya çalışıyor. Bilmiyorum, CD Projekt RED neden böyle bir şeyin iyi bir fikir olduğunu düşünmüş ama benim deneyimlediğim görevlerin tamamı, merkezi yerlerden adım adım uzaklaşan yapılara sahipti. Hiçbir görevde ben merkezi bir yere ilerlediğimi hatırlamıyorum. Ayrıca, tahmin edebileceğiniz gibi bu tip görevler sizin yolunuzun üstünde olmadığı için okula veya işe giderken oyunu oynayabilmeniz de imkansız oluyor. CD Projekt RED, bu oyuna tamamen özel bir zaman ayırmanızı istiyor ki bir AR oyunu için de bu bence mümkün değil.
Diyelim ki bu oyuna zaman ayırdınız, görev ile alakalı tek bir savaşa girmek için harcayabileceğiniz yarım saatiniz var. Böyle bir zamana sahip olsanız bile The Witcher: Monster Slayer, sizin başarılı olabileceğinizi garanti etmiyor. Daha önce de dediğim gibi bu oyunda güçlenmek oldukça zor ve mikro ödemeler sürekli olarak gözünüze sokuluyor. Görev adımlarında da savaşların ne kadar zorlu olacağını göremiyorsunuz. Yani, belki de yarım saat ayırıp, gittiğiniz savaşı kazanmanız mümkün olmayacaktır. Bu da zamanınızı çöpe attınız anlamına geliyor. Alternatif olarak, oyunun o anda sunduğu mikro ödemeleri de satın alıp, görevi geçebiliyorsunuz.
Tüm bunların haricinde, oyunun sistemsel problemleri de var. Mesela, mobil uygulama sürekli olarak çökebiliyor ve en iyi akıllı telefona sahip değilseniz, şarjınız çok hızlı bir şekilde tükeniyor. Ayrıca yine, yüksek seviyeli bir akıllı telefonunuz yoksa, oyunun performansı düşüyor ve animasyonlarda zamanlamaları yapamayabiliyorsunuz. Bu da hasar alıp, ölmenize sebep oluyor. AR tarafında ise kamerayı ortalamaya çalışırken bile canavarlar size saldırabiliyor. Yani, genel anlamda arkasına pek düşünce konulmamış, test edilmemiş, hızlıca oyunculardan para elde etmek için yapılmış bir oyuna benziyor The Witcher: Monster Slayer.
The Witcher: Monster Slayer gibi bir oyunda kim Witcher olmak ister ki?
The Witcher: Monster Slayer oyununda, aynı diğer ana oyunlarda olduğu gibi çift kılıç kullanabiliyorsunuz. Malum, demir ve gümüş kılıçların farklı kullanım alanları oluyor. Yalnız, bu oyuna sadece bir demir kılıç ile başlayabiliyorsunuz ve çok fazla çalışarak ilk gümüş kılıcınızı satın almanız gerekiyor. Bunu gerçekleştirebilmek için günlerce, günlük görevleri tamamlamanız gerebiliyor. Hatta size şöyle söyleyeyim: Bu oyundaki en güçsüz, en uyduruk gümüş silah, 9 USD üzerinden satılıyor. Ülkemizde bu kılıcı satın almak, işin içine vergiler ve döviz filan girince 90 TL ediyor. Yani, 90 TL’yi geçtim, 9 USD bile uyduruk bir kılıç için inanılmaz pahalı.
Tüm bunların haricinde, The Witcher: Monster Slayer oyununda sosyal etkileşimler de pek güçlü sayılmaz. NPC tipi karakterlerle diyalog kurabiliyorsunuz ve hatta onlara neler diyebileceğinizi de seçebiliyorsunuz ama diyalog seçimleri, oyunu hiçbir şekilde etkilemiyor. Bu tip seçimler sadece etkileşimlerdeki boşluğu doldurmak için var gibi görünüyor. Ayrıca, arkadaşınızla bu oyunu oynamak isterseniz de birbirinize hediye göndermekten daha fazlasını yapamıyorsunuz. Yani, takım olma veya birlikte görev yapma gibi özellikler ne yazık ki bulunmuyor. Bu da ne yazık ki üzücü; ara sokaklarda tek başıma dolaşmak yerine, arkadaşımın başını da belaya sokmayı isterdim.
The Witcher: Monster Slayer, bazı noktalarında ciddi anlamda emek verilmiş bir oyun gibi görünüyor. Mesela; oynanış sistemleri, eşya üretme olayı, canavarlarla savaşmak filan gerçekten derin ve detaylı bir deneyim sunuyor. Aynı zamanda oyunun görünüşü de güzel sayılır. Tüm bunların üzerine, hikayeye önem veren bir yapı da geldiği zaman oyun gerçekten kendisini oynatabilecekmiş gibi gösteriyor ama tüm bu iyiliklere karşı gelebilecek olan kötülükler de oyunun içinde yer alıyor. Bahsettiğim bu noktalar ne kadar iyiyse, onların tamamını gölgede bırakabilecek, bir o kadar kötü şeyler de bu oyunda sizi bekliyor.
Mikro ödemelere ciddi anlamda önem verilmesi zaten bu oyunun en büyük problemlerinden bir tanesi. Ben çok uzun bir zamandır mikro ödemeyi böylesine agresif bir şekilde tasarlamaya çalışan, hatta oyunun kendisini mikro ödeme sistemlerinin çevresine saran bir deneyim görmemiştim. Bunun üzerine, temel oynanışın günlük hayatınıza uyum gösteremiyor olması da ciddi anlamda büyük bir problem. Yani, ben böyle bir AR oyunu için 1-2 saat ayırıp, boş boş sokaklarda dolaşmak istemem. Zaten dolaşmak isteseniz bile mikro ödemeler ve/veya çok zaman isteyen “Grind” mantığı sizi başarısız göstermek için elinden geleni yapacaktır.