David Cage isminin arkasında yer aldığı video oyunları genellikle duygusal aşırılıkları ve melodramatik temaları ile tanınır. Under the Waves aslında bir David Cage ortak çalışması olmasa da Quantic Dream tarafından piyasaya sürülüyor ve oyunun yazarının ticari markalarından birkaçını paylaşıyor. Parallel Studios, üç güçlü – bazılarına göre zor diyebileceğimiz – unsurlardan oluşan bir oyun yarattı. Burada bakılması gereken şey, temaların ve mekaniğin birlikte mi yüzdüğü, yoksa birlikte mi boğulduğudur. İşler biraz karışıyor.
Under the Waves, bir hayatta kalma oyunudur, içerisinde eşya üretme sistemini bulundurur ve incelikli anlatı temaları dışında sadece birkaç şeyle çevrilidir. İşvereni olan UniTrench’in direktiflerini yerine getirmekle görevlendirilmiş bir derin deniz madencisi/mühendisi olan Stanley olarak oyunu oynuyorsunuz. Çok da fazla “spoiler” vermeden söyleyebilirim ki Stan, kişisel bir trajedinin sersemlemesini yaşıyor ve kelimenin tam anlamıyla kendini işe kaptırıyor.
Karakterimiz aynı zamanda keder ve kayıp içinde boğuluyor. Bu nedenle izolasyon ve sıradan görevler, derin su altındaki zayıf hayatta kalma elementleri ile birleştiğinde, derin düşüncelere dalmak için mükemmel bir yer oluyor. Hikayenin ikinci bir tematik unsuru ve gizemi daha var. Öncelikle, UniTrench’in neyin peşinde olduğundan tam olarak emin değiliz. Stan’in bol miktardaki notlarından kirliliğin ve insanların okyanus sömürüsünün yan ürünlerinin her yerde olduğunu biliyoruz. Ekosistemler çöküyor. Teknolojimizin kalıntıları birikiyor.
Parallel Studios, tüm bilgilerin doğru olduğundan ve su altı dünyasının özgün olduğundan emin olmak için Surfrider Vakfı ile ortaklık kurdu. Bu oldukça açık bir şekilde ortaya çıkıyor. Hem kişisel kayıp, hem de çevresel trajedi temaları, ortama doğal geliyor. Ancak bazen bunları oyunculara gösterebilmek biraz zorlanmış gibi hissettiriyor. Örnek vermek gerekirse, Stan’in günlüklerinden bazıları okyanus sömürüsünün etkileri üzerine öğretici broşürler gibi okunuyor.
Under the Waves, ince bir oyun ama bunu gösteremiyor
Stan isimli ana karakterimizin, UniTrench şirketine ait süpervizörüyle yaptığı radyo konuşmalarının bir kısmı monolog alanına dalıyor. Under the Waves, incelikli ve fikirleriyle daha az açık olduğunda iyi hissettiriyor. Bunun dışındaki her şey zorlama duruyor. Tematik tutkularına rağmen oyun, aslında bir roman değil. Bu bir oyun, yani Stan ve oyuncunun bir şeyler yapması gerekiyor. Açılış anları, şablonu belirliyor. Stan’in bir su altı yapısına doğru yüzmesi, kilitli kapıları açması, eşyaları bulması ve bir denizaltına ulaşması gerekiyor.
Mini denizaltıyı yeni evi olacak bir grup yapıya yönlendiriyor, yanaşıyor ve her şeyi çalıştırmaya başlıyor. Bu arada Stan’in oksijen seviyelerine dikkat etmesi ve ihtiyacını karşılamak için kutular bulması gerekiyor. Su altında geçirdiği zamanın büyük bir kısmını Stan’in günü, çoğu herhangi bir sırayla tamamlanabilen, nispeten sıradan görevlerden oluşan bir kontrol listesinden oluşuyor. Bunlardan bazıları araştırmaya yol açabiliyor. Diğerleri ise eşya toplama ve üretmeye odaklanıyor.
Under the Waves içerisinde sunulan içeriklerden çok azı akılsız görevler gibi hissettiriyor. Oyun, anlatımını görevler, diyaloglar ve yorumlarla örüyor. Oyunun dünyası kesinlikle çok büyük olmasa da, bir açık dünya özgürlüğü hissi var ve bir görev sırasında amaçsızca keşfetmek çok rahatlatıcı olabilir bazı oyuncular için. Öte yandan, eşya üretme ve hareketle ilgili bazı mekanikler biraz az gelişmiş ve hatta gereksiz görünüyor. Bu, oyunu biraz fazla aşağıya çekiyor.
Özellikle bazı işçilik görevlerinin tamamlanması kesinlikle zorunlu ve bu biraz can sıkıyor. Under the Waves, ayrıntıları ve öğeleri takip etmekte de zorlanıyor. Bu da eğer ayrıntıları siz takip ediyorsanız, detaylara önem veren bir oyuncuysanız, sizin keyfinizi yarıda bırakabiliyor. Ayrıca, oyunun anlattığı hikaye boyunca bazı yan olaylar da zamanla unutuluyor ve onlar için hiçbir sonuç elde edemiyoruz. Sunulan deneyim de kısa olunca sanki oyun yarıda kesilmiş gibi hissettiriyor.
Sunum tarafına biraz alışmanız gerekiyor
Under the Waves, fotografik gerçekçiliğe karşı biraz stilize edilmiş bir sanat yaklaşımını tercih ediyor. İlk başta biraz yargılamıştım bu sanat tarzını; her şeyde yumuşak odaklı, lens üzerinde vazelinli bir güzellik var. Zamanla oyunun rüya gibi estetiğini takdir etmeye başladım. Gerçek gibi görünüyor ama gerçekçi değil. Bu, farklı bir deneyim oluşturuyor.
Balıkların, deniz memelilerinin ve diğer canlıların davranışları, gölgeler ve ışık; hepsi sürükleyici, yalnız ve meditasyon dolu bir manzara çiziyor. Doğal dünya ile UniTrench’in mühendislik yapıları arasındaki zıtlık çarpıcı. Oyunun müziği de ambiyanslı, elektronik ve abartısız. Mekanik ve doğal seslerle harmanlanıyor ve sonuç genel olarak mükemmel çıkıyor.
Under the Waves oyununun senaryosunda daha önce de söylediğim gibi zaman zaman incelik eksik olsa da görsellik, sesler, müzikler ve ayrıca seslendirme çok iyi. Bazı mekanik unsurlar başka oyunlara işaret etse de Under the Waves, kişisel keder ve çevresel sömürü gibi ikiz temalar için derin deniz araştırmalarını benzersiz bir şekilde kullanıyor. Bunu güzelce sunuyor.
Oyunun bazı noktalarında kesinlikle teknik iyileştirme eksikliği var ve mesajlar zaman zaman ağırlaşıyor. Bazı can sıkıcı hatalarla karşılaşıyorsunuz ve oyunun sürükleyici yapısı bir anda kaybolabiliyor. Under the Waves aslında onu hayatta kalma ve eşya üretme türündeki diğer birçok oyunun önüne geçiren bir şeyle ilgili. O da vermek istediği mesaj.